6 Kasım 2017 Pazartesi

Şehirler mi Ülkeler mi Marka Olur?

Ekim ayında Bilbao kentindeki Gugenheim Müzesi 20. yılını kutladı. 19 Ekim 1997 yılında müzenin kurulması bir şehir ya da bölge yönetiminin nasıl vizyon sahibi olabileceğini göstermek için inanılmaz mükemmel bir örnek. (https://www.guggenheim-bilbao.eus/en/) 


Müzenin kurulmasından önce Bilbao çelik endüstrisinin olduğu bir liman şehri. Küçük Rotterdam diye anılıyor. Ama işler zamanla iyi gitmiyor. Sanayi istenen ivmede gitmiyor. İflaslar başlıyor. Bölgenin işsizlik oranı %25'lere çıkıyor. Gençler gelecek ile ilgili o kadar ümitsiz ki uyuşturucu kullanımı çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Toplumsal huzursuzluk ciddi boyutlara ulaşıyor. İnsanlar farklı işlerde çalışmak istiyor. Ağır bir sanayide olmak istemiyor. Zaten bu tarz işletmelerde neredeyse bitiyor. Halk isyanın eşiğinde. Krizle boğuşan bir şehir ve bölge olarak kanayan bir yara gibi İspanya haritasını kırmızıya boyuyor. Tam bu ortamda yöneticiler alınması çok zor karar veriyorlar. Müze kurmaya karar veriyorlar. Halk daha da isyan ediyor. Yerel yönetim İspanya hükümetinden bağımsız kendi bütçesini yönetiyor olsa da kendi bütçesinden harcanak bu kadar halkın protestolarına maruz kalıyor. Yönetim halkı ikna etme konusunda kararlı davrnıyor. Konuyu bir kenara bırakmıyor. Gugenheim Müzesinin Bilbao hikayesi işte böyle başlıyor.

Müze tüm şehrin, toplumun hayatını değiştiriyor. İş alanları değişiyor. Dünyanın entellektüellerinin gitmek için can attığı bir yer haline geliyor. Şehrin içine farklı tarz oteller kuruluyor. Yeni iş alanları açılıyor. Kurulduğu günden bugüne kadar 160'dan fazla sergi modern sanat dallarında izleyicilerle buluşuyor. Buna yapılan atölye, mini sergler ve diğer sanatsal aktiviteler eklendiğinde binlerce sanat etkinliği bu 20 yılı süslüyor. Herşeyden önemlisi bu süre boyunca dünyanın hemen hemen her yerinden 20 milyondan fazla ziyaretçiyi kendisine çekiyor. Bir müze tüm bölgenin, şehrin ve halkın yaşamını değiştiriyor. 

Bir şehir için yöneticilerin vizyonu, bakışı ve cesareti bir şehrin marka olması için ne kadar önemli. Çünkü dünyada hepimiz önce şehirlerle daha sonra ülkelerle gideceğimiz yerleri belirliyoruz. Paris'e, Londra'ya, Bilbao'ya, Pekin'e, Kahire'ye gidelim diyoruz. Ülkeler daha sonra zihnimizdeki yerini alıyor. Neden mi böyle? Cevabı gayet basit. Çünkü şehirlerle ilgili hatırlanacaklar çok daha kolay ve kısa. Ülkelerde ise çok daha fazla detay var. Bunları hatırlayıp karar vermek daha zor. Beynimiz ve biz kolay olanı seçiyoruz. Her şehir kendini bir alanda var etmeye çalışıyor. Ama galiba Bilbao'nun yaptığı gibi bunu sanatla yapmak en iyisi. Sanatın sürdürülebilir olması konusunda da avantajlı olduğu çok açık. Ülkemizde bu noktada 2 önemli hata yapıldığını görüyorum. Birincisi ülke markası oluşturmaya çalışmak. Çok uzun bu konuda avantaj ve dezavantajlarını tartışabilirim. İkincisi ise sanatın her alanda ülkemizde kan kaybetmesi. Ne kaybettiğimizi farkettiğimizde geç olacağını görebiliyorum. Bazılarınız diyebilir ki ama biz İslam ülkesiyiz. Bu tip sanat konuları bize uymuyor! Öyle düşünenler için 200 milyon Dolara mal olacak Gugenheim Abu Dabi müzesinin yapımının devem ettiğini belirteyim.

Anadoluda yer alan ve marka olmaya çalışan şehirlerimizin bir ilan vererek, bir kampanya yaparak marka şehir olamayacaklarını görmelerinin zamanı çoktan geldi ve geçti. Şehirlerimizin "kent vizyonlarını" ve kendilerini baştan gözden geçirmeleri gerekiyor. Altyapı tabi ki gerekli ama bina, yol  ve inşaat yaparak bu iş olmuyor.

Olgar Ataseven
Marka ve İş Geliştirici & Uygulayıcı











Hiç yorum yok: