20 Temmuz 2011 Çarşamba

Yaratıcılığı Öldürmenin Yolları!

Global ekonomi, kızışan lokal rekabet, artan ürün sayısı, mitoz çoğalan benzer (me too) ürünler, iletişim kanallarında alternatif bolluğu ve buna benzer daha onlarca sebep, markaların ve kurumların işini günümüzde gittikçe zorlaştırıyor. Farklılaşmak konsantrasyon gerektiriyor. Satışlarınızı arttırmak, markanızla ilgili iletişimde bulunmak, her şeyden önemlisi sürüden ayrılmak zorlaşıyor. Bu zorluğu yenmenin yollarından biri de “Yaratıcılık”. Haşa Allah’a mahsustur diyenleriniz olabilir. Evet ama Yaradan’ın biz cüz’lerine de bu bolluğundan verdiği kesin. Bu sebeple yaratıcılık hayatımızın bir parçası olmalı ve her şekilde bunun peşinde olmalıyız. Zaten insanoğlu yaratıcılık peşinde olmasa “Dolly” de dünyaya gelmezdi.

Yaratıcılıkla ilgili söylenecek, okunabilecek çok şey var. Nasıl daha yaratıcı olunur? sorusunun cevabı çok çeşitli. Burada bunun cevabı peşinde değiliz. Diyojen’in söylediği gibi “gölge etme başka ihsan istemem…” den esinlenerek, en azındanyaratıcılığı öldürmemenin peşindeyiz. Öldürmeyelim ki hiç olmazsa filiz versin. Başını topraktan çıkarsın. Sonra daha yaratıcı nasıl oluruz ona bakarız. Ama öncelikle öldürmeyelim. Bunu başarabilmek için öncelikle nelerin yaratıcılığı öldürdüğünü anlatsak yeterli olacaktır zannedersem. Aşağıda vereceğim reçete genel olarak hayatımızın her anı için geçerli ama özellikle ajanslarından veya ekibinden yaratıcı işler isteyenler bir kademe daha dikkatli okumalılar. 
Deneyimlerinle Engelle ! Bunca yıldır elde ettiğin tecrübenle daha baştan taze fikirlere karşı çık. Ben bunu yapmıştım. Ben bunu denemiştim. Ben oraya gitmiştim. Ben ondan tatmıştım. Ama olmadı. Beğenmedim. Yürümez…
40 Yıldır Yaptığını Değiştirme ! Eski köye yenisini mi getireceksin? Hadi canım! Biz bunu kırk senedir böyle yapıyoruz. Olmaz. Değişmez. Yürümez. İnsanlar bunu istemez. Biz bunu hep böyle yapıyoruz ve insanlar memnun.
Hep Sektörü ve Rakipleri Referans Al ! Evet bu yapılan bizim sektörün teamüllerine uymuyor. Ama bizim sektör o boyutta bir değişime hazır değil. Rakiplerimiz öyle yapmıyor. Biz de onlar gibi yapalım. Rakiplerimiz hiç reklam yapmıyor. Biz niye yapalım?
Görev Tanımında Kal ya da Bu Sadece Bir İş De! Evet ama bu benim görev tanımımda yok. Şimdi ben buna bu kadar vakit ayırsam da boşa gidecek, işim değil. Aman canım bu benim işim mi ki? Dur bakalım önce bir tatilden döneyim. Biz de insanız önce yemeğimizi yiyelim. Allah aşkına şimdi bunu yapsam bana prim mi verecekler? Maaşım mı artacak? Boyum mu uzayacak? Boşver…
Gözlerini, Aklını ve Ruhunu Kapat ! Hadi canım bu saçmalık da nedir? Hiçbir şey değişmez: Kimse bana işimi öğretemez. Bu yaştan sonra eğitim de neymiş? Öğrenecek bir şey yok! Bu saçmalıklara karnım tok. Teknik olarak beni inandıramazsın?
Sorun Yokmuş Gibi Davran ! Canım ne sorunu, ben bir sıkıntı görmüyorum. Bu sene herkes için zor bir yıldı? Evet, evet fena gitmiyoruz. Düzelecektir. Bırakın canım hep zaten o sorun varmış gibi davranıyor. Valla kimse şikayet etmedi.
Önce Nasıl Olmayacağını Düşün ! Canım zaten onun önünde binlerce engel var. Yok yok bununla ilgili kesin izin alınmaz. Aman yurt dışından gelmesi bile aylar sürer. Daha bunun için bir ekibimiz dahi yok. Tabi de onu basacak matbaa yok. Tedarikçileri nereden bulacağız ki? Bütçesi bence çok yüksektir.
Her şeyi Bil ya da Biliyormuş Gibi Yap ! Ben bunu biliyorum. Bak göreceksin ben haklı çıkacağım. Yani bizim çocuklardan bir fikir gelse de şüpheliyim yine olmamıştır. Hadi bakalım ama biz varken size bu konular düşmez. Siz şu anda yaptığınızı en iyi yapın yeter. Sen lütfen benim işlerime burnunu sokma!
Ekipler Arasına Duvarlar Ör ! Herkes lütfen kendi işini yapsın. Öyle finansla satış departmanının bir araya gelmesine hiç lüzum yok. Hem farklı diller konuşuyoruz. Anlaşmamız zor. Onlar başka tarz adamlar. Bizden değiller. Baksana adamlara giyimleri bile farklı.
Sürekli Eleştir ama Fikrin Olmasın ve Yönlendirme Yapma! Bu olmamış. Size kaç kez söyledim. Bir işi düzgün yapıp getiremeyecek misiniz? Daha bunlar ne ki? Toysunuz toy ! Ya bunların toplantıda ne işi var? Sen önce sana geçen hafta verdiğim işi bitir. Beceriksizsin.
Aksiyona Geçme ! Buna şimdi vakit ayıramam. Zamanımız yok. O kadar insanı nasıl bir araya getireceğiz? Yapmayın lütfen, boşa kürek çekeceğiz. Bu seneyi pas geçelim, seneye bakarız. Zaten bütçeden bir şey ayırmamız mümkün olmaz. Bana bir yazıp gönderin de bakalım. Sonra konuşuruz.
Gördüğünüz gibi size muhakkak tanıdık gelen bir liste. Bu davranış şekillerinin yaratıcılığı öldürdüğü kesin. Var mı sizin hayatınızda da bu tarz örnekler? Yok mu sizin de fikrinizi öldüren biri? Paylaşımlarınızı bekliyorum. Bu arada yaratmak kime mahsus? Cevabı siz verin!
Olgar Ataseven
Marka ve İletişim Danışmanı

Hollywood Marketing!

Türkiye’de en çok tartışılan konuların başında sigara konusu geliyor. Meclisimizde sigara içme yasağı ile ilgili kapsamı genişleten yasa 03 Ocak 2008’de kabul edildi. Yasakların uygulamaya girmesi ile ciddi bir oranda sigara içilen yer sayısı azaldı. Kapalı alanlarda sigara içmek tamamen yasaklandı. “Dumansız hava sahası” kampanyası ile pozitif bilinçlendirme çalışmaları yapıldı. Anlayacağınız Türkiye sigara ile mücadele konusunda istikrarlı adımlar attı. Benim gibi sigara içmeyen biri olarak hayat bir nebze rahatladı. Peki bu kadar büyük, milyarlarca dolar eden bir pazarda anti sigara çalışmalarına karşı sigara üreticileri ve hatta lobileri boş mu duruyor? Tabi ki hayır! Neler yapıyorlar neler? Kısacası gizli bir savaş var. Gelin sigaracıların neler yaptıklarına bakmadan önce Amerika Birleşik Devletleri’nde sigara yasakları ile ilgili duruma bir göz atalım.
ABD sigara ile mücadeleye ilk başlayan ülkelerden biri. Kaliforniya eyaleti, dünyada en sıkı ve geniş çaplı sigara yasağının uygulandığı toprak parçası. 1993 yılında devlet binalarının içinde ya da 1.5 metre yakınında dahi sigara içmek yasaklandı. Eğlence mekanları kapsamına giren eyalet sınırları içindeki barlar, diskolar, restoranlar, kafeler, alış veriş merkezleri, bowling salonları gibi tüm kapalı mekanlarda ve özellikle de sahillerde sigara içilmesi yasak. Aynı şekilde ABD dendiğinde ilk akla gelen şehir ve eyalet olan New York’ta ise 2003 yılından bu yana restoran ve barlarda sigara içmek yasak. Dünyada da benzer durumlar var. Ama burada tamamen Amerika’ya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Sigara üreticileri (ki çoğu ABD merkezli) rahat durmuyor demiştik. Yasakları delecek alternatif tanıtım yolları buluyorlar. Sigara satan ama asıl amacı tanıtım yapmak olan standların barlara ve gece klüplerine yerleştirilmesi bu yöntemlerden sadece biri olarak göze çarpıyor. Alımı ve endamı yerinde tanıtım hostesleri marka ile içiciler veya potansiyel içiciler arasında bağ kurmaya çalışıyor. Bunlar işin en masum tarafı.
Sigara üreticileri ve lobilerinin asıl yaptığı ise çok daha derinden bir hareket ve çalışma. Hedeflenen doğrudan sigara reklamı yapmak değil. Hatta bunun kıyısında bile dolaşmıyorlar. Hedeflenen kullanım alışkanlığının ve sigaranın ne zaman içileceğinin topluma öğretilmesi. Alışkanlık kazandıracak sebeplerin gösterilmesi. Bilinç altında sigara kullanımı ile ilgili bahanelerin yaratılması.


Peki sigara lobilerinin bu davranış manipülasyonu ve bilinçlendirme çalışmaları için en önemli iş ortağı kim? Hangi iletişim metodunu kullanıyorlar? Sıkı durun ! İşte cevabı: Hollywood! ve Hollywood filmleri ! Şaşırdınız mı?
Şaşırmayın sadece dikkatle bakın! Bu noktadan itibaren filmlerde nasılda en anlamsız anlarda, en beklenmedik yerlerde, en ilginç zamanlarda oyuncuların sigara içtiğine ve senaryo gereği sigara içirildiğine dikkat edin. Size de bir süre sonra acayip gelmeye başlayacak. Hele Hollywood’un Los Angeles’da, Los Angeles’ın Kaliforniya eyaleti sınırları içinde olduğunu düşünürsek, daha da acayip bir hal alıyor. Dünyanın sigara ile en sıkı savaşılan eyaleti ve her filminde sanki Amerika’da sigara yasağı yokmuş gibi davranan bir film endüstrisi. Diyeceksiniz ki hadi canım! Bakın en son filmlerden bir örnek; Avatar. Filmin ilk sahnelerinin birinde eşleşme cihazından profesör uyanır ve çıkar. (Sigourney Weaver) İlk yaptığı şey bir sigarayı susamışcasına yakın çekim içmektir. Bunun gibi örnekleri sıralamak istersem yüzlerce sayfayı bulur.
Ben bu işin adını “Hollywood Marketing” koydum. Çok etkili bir yol. Filmler yüz milyonlarca insan tarafından seyrediliyor. Film seyrederken birçok insan kendini filmlerdeki kahramanlarla özdeşleştiriyor. Onlar gibi olmak istiyor. Onlar gibi yürümek, onlar gibi giyinmek istiyor. Bundan daha etkili bir araç var mı? Davranışları ve kullanım şekillerini değiştirmek için hangi aracı kullanırsanız bu kadar etkili olur? Bence alternatifi yok. Film endüstrisi senaryolarını tam bir pazarlama dehası şeklinde üretiyor ve davranış modellerini dünyaya yayıyor. Aynı etkide başka bir araç var mı? Tekrarlıyorum; bence yok!
Hollywood bu yöntemi sadece sigara üreticilerinin önüne mi seriyor? Tabi ki hayır. Silah sanayi, moda, otomotiv ve daha niceleri… Düşünsenize Hollywood sayesinde günlük hayatımızda kullanma ihtimalimiz olmayan birçok silah markasını sokaktaki 5 yaşındaki çocuklar dahi biliyor. “Hollywood Marketing” ile ilgili sizin de aklınıza gelen örnekler varsa bekliyorum. Ara bitti İYİ SEYİRLER…
Olgar Ataseven
Marka ve İletişim Danışmanı

M.Ö. 532!

Üniversite’de okuduğum zamanlar özellikle yüksek lisans dönemimde en sevdiğim derslerden biri pazarlamaydı. Nitekim bu derse olan sevgim benim bugüne kadar olan kariyerimi de etkiledi. Pazarlama temelde tam bir mimari çalışma. Aynı zamanda da çok boyutlu bir satranç oyunu. Gerçekten çok keyifli bir alan. Pazarlama ile oluşan altyapının yansıması ise tüketiciye ne mesaj verildiği ve ne vaat edildiği. Bunun da iletişimini en iyi ve en etkin reklam sağlıyor. Reklam ise ayrı bir boyutta keyifli. İşte bu yazıda bu keyif verici boyutun benim tarafımdaki anlamından dem vuralım istiyorum.
Son zamanlarda GSM operatörleri tarafında güzel bir rekabet var. Bu reklam diline de yansıyor. Özellikle buradaVodafone’dan bahsetmek istiyorum. Şafak Sezer ile başlayan reklamlarda farklı bir dil yakaladılar. Bir anlamda “advertainment” yapılıyor. Her defasında şimdi ne gelecek diye ben beklemeye başladım. Fakat advertainment’dan öte açıkçası pazar liderine de üstü kapalı sataşmalar ya da iğnelemeler yapılıyor. Bu ise işte reklamın bence keyifli ve kıpırtılı tarafını oluşturuyor. Vodafone bu konuda itiraf etmeliyim ki çok başarılı. Örnekleri ile anlatmakta fayda var. “M.Ö. 532 Anadolu” diye başlayan reklamda kuruşlarla ilgili bilgiler veriliyor. Ama zaten Milattan önce vurgusu ile zaten yüzlerimize bir gülümseme geliyor. Hepimiz biliyoruz ki mesaj lider operatörün devrinin bittiğini vurguluyor. Ne güzel bir anlatım dili değil mi? Yine örneklerle gidersek; diğer bir reklamda hemşire yurt dışı ile konuşmayı tarifeler sebebi ile tavsiye etmiyor. Bir başkasında sınırı aşan konuşmaların adamı bayıltması espirisi ile yine pazar liderine eskilerin deyimi ile taş atılıyor. Başka bir reklam versiyonunda “aaa hiç de o kadar mesajlaşmak olur mu? Bünyeye dokunur” diyen hemşire Şafak Sezer var. Bu süreçlerin hepsi tabi ki “Selim ile Tarife” serisi ile başlıyor. Ben seyrederken çok eğleniyorum. Çünkü tüm bu reklam serisinde pazar liderinin avantaj gibi gözüken noktalarına, bu lider operatörü kullanan bireylerin operatöre bağlılıkları veya şikayetleri ile ilgili iç seslerine (customer insight) eğlenceli bir şekilde hitap ediliyor. Vodafone, diğer operatörün kullanıcılarının kalıplaşmış davranışlarının kırılabileceğini reklamlarda espirili bir şekilde tüketiciye tatlı tatlı anlatıyor. Hafiften tüketiciyi çimdikliyor. Pazar lideri cevap veriyor mu? Veriyor ama hala kendi bildiği yolda. Etkisi ve abone dağılımına kurgusu nedir? bilemiyorum. En iyi cevap operatörlerden gelecektir.
İşte ben bu tarz reklamları çok seviyorum. Bir anlamda çok akıllıca buluyorum. Yapabileni kutluyorum. Gelin örneklere diğer sektörlerden devam edelim. Meşhur Volvo... Yurt dışı basın ilanlarında bir dönem sağlamlığını vurgulamak için aynı tarzda hafif saldırgan reklamlar yapmıştı. İlanda bir tarafta Volvo’yu diğer tarafta ise hurdaya dönmüş ve preslenerek küp haline getirilmiş bir yığını görüyorduk. Metin ise gayet net bir biçimde yıllar sonra Volvo ve rakiplerinin durumunu vurguluyordu. Tabi bizler o hurda haline gelmiş arabanın ne olduğunu görebiliyorduk. Çok zekice ve kesinlikle uzun bir zaman sonra bile akılda kalıcı. 


Herkes duymuştur ama bir kez daha burada vurgulayalım. Malum Cola savaşlarının tatlı bir yansıması. Çocuk içecek otomatının önüne gelir; parasını atar birinci markanın kola kutusunu satın alır. Sonra aynı şekilde bir para daha atar aynı markanın kutusundan bir tane daha alır. Her iki kutu kolayı yere koyup üstüne çıkar. Biraz önce ekranda gözükmeyen ama otomat makinasının üst tarafında yer alan diğer marka colanın satın alma tuşuna basarak isteği markaya ulaşır. Kısacası esas hedef için diğer markanın üstüne basar. İlk seyrettiğimde uzun bir süre gülmüştüm.
Bir dönem yurt içinde de Dove lansmanı sırasında Hacı Şakir ile yaşanan küçük atışmalar da yine aklıma gelen diğer bir örnek. Dove genel konumlandırması ve ürün ayrıştırması sebebi ile “sabun değiliz” derken, diğer taraf bunu iğneleyen bir ilan kampanyası yapmıştı. Buna karşılık Dove daha sonra hamam tasının içindeki sabunun artık tarih olduğunu vurgulayan reklamlarla cevap vermişti. Tabi tüm karşılıklı reklamlar marka ismi verilmeden görseller üzerinden oynanarak yapılmıştı. Ama zaten mesajı alınıyordu ve marka göstermeye gerek yoktu.
Eminim ki bunlar gibi daha birçok örnek var. Örneğin hijyenik ped’lerde reklamın içindeki ürün demolarında başarısız olan ürün hep pazarı hedef alınan, pazar payından didiklenmek istenen ve tabi ki rakip ürün görseli oluyor. Bu tip reklamlar gerçekten bizim dünyanın kıpırtısını oluşturuyor. Ama bunun için her zaman dediğim gibi çok iyi brief verebilen, markasının nereye gitmesi gerektiğini çok iyi tarif eden, ajansın önünü açabilen ve cesur reklam verenler gerekiyor. Tek unutulmaması gereken centilmenlik çizgisinin aşılmaması gerektiği. Sizden de örnekleri bekliyorum. Rekabetiniz bol olsun.
Olgar Ataseven
Marka ve İletişim Danışmanı

Çocuktan Al Haberi!

Geçen yazımda Atatürk’ün reklamlarda kullanılması ile ilgili düşüncelerimi yazmıştım. Normalde daha sık aralıklarla yazmama rağmen, bu yazının bir süre daha gündemde kalmasını istediğim için, bu seferlik arayı azıcık uzattım. Sevgili sayfa editörlerimizden özür diliyorum. Geçen yazı ile ilgili Medyaloji sayfalarında yapılan yorumların çok daha fazlasını şahsi e-posta adresime gönderenler oldu. Kimi bana katıldı, kimi katılmadı. Herkesi cevapladım. Düşüncelerimi paylaştım. Zihinlerde başka bir bakış açısı oluşturduğumu düşünüyorum. Tek şaşırdığım konu ise Anadolu Sigorta’dan tek bir muhatabın dahi bu konuda bir geri dönüş yapmaması ve bir görüş belirtmemesi. Neyse herhalde ki yoğunlar diye düşünüyorum.



Hazır hassas konulardan başlamışken ve ayrıca bu hafta 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı da kutlanacakken, ben de çocuklarla ilgili yazmak istedim. Her zaman ki gibi işin iletişim ve pazarlama tarafı ile ilgili yazıyor olacağım. Sadece yermek değil buradaki yazıların amacı. Aynı zamanda iyi olanları da övmek. Gelin önce güzel olanlarla başlayalım. Geçen hafta Pegasus hava yolları ile seyahat ettim. Sabahın köründe yarı uykulu bir vaziyette bir an önce uçak kalksa da uyusam, şu hosteslerin ve pilotun konuşmaları bitsin derken o malum güvenlik anonsu ekranlarda başladı. Ama bir farkla. Hostes ve bu bilgilendirme ile ilgili senaryoda yer alan yolcuların hepsi büyümüş de küçülmüş tarzda çocuklardan oluşuyordu. Hem Türkçe hem de İngilizce uçak kalkarken, inerken ve acil durumlarda ne yapmamız gerektiğini anlattılar. Arada komik sahnelerle süslenmiş bu anons ve bilgilendirme filmi ile açıkçası sabahım o kör saatinde eğlendim. Biraz tebessüm ettim. Bu yöntemle havayolu, uçak yolculuğunun en sıkıcı prosedürünü ve bilgilendirme kısmını güzel ve keyifli bir hale getirmişler. Filmde rol alan çocuklar ise havayolunda çalışan personelin çocukları. Güzel olmuş. İlgi çekmiş. Yapılan iş bana marka ile ayrı bir çalışma gibi de gözükmedi. Nedeni ise en başından beri bu havayolunun tüm anonslarında “Bayanlar, baylar ve sevgili çocuklar” vurgularını yapması ve uçaklarına çalışanların çocuklarının adlarını vermesi.

Yukarıdaki örnekten farklı olarak sadece çocuklara ürün ve hizmet üreten birçok marka ve firma var. Gıda, oyuncak, mobilya, tekstil ve bunun gibi birçok iş alanını saymak mümkün. Çocuklara yönelik iş yapan markaların iletişim dilinde de bu yolu seçmesi kadar doğal bir şey yok. Bu iletişim şekliyle çok başarılı pazarlama ve marka konumlandırması yapanlar var. Ya da gerçekten çok vasat ve 6 yaşındaki kızımı dahi sıkan ve onun gözüne dahi giremeyen markalar ve çalışmalar da var. Ben kızımdan da anlıyorum ki tüketici olmak bilinç oluştuğu yaştan itibaren başlıyor. Markaların ve marka yöneticilerinin bunu gerçekten iyi anlaması gerekiyor. Neyse dağıtmayalım konumuzu.
Gelelim işin diğer boyutuna. Yani esasında bulunduğu sektörün çocuklarla alakası olmayan ve hatta çocukların kullanacağı hiçbir ürün ve hizmeti dahi olmayan ama marka iletişim dilinde, reklamında ve diğer pazarlama faaliyetlerinde çocukları kullanan marka ve şirketlere. Sözüm size olacak. Gerçi dilimizi sivriltmeden önce yine de diyerek bazı istisnai durumlar için küçük bir tolerans payı bırakayım. Aile ile birlikte gidilen bir yerde veya aile ile birlikte kullanılacak bir ürün veya hizmet varsa ortada, diğer tüm iletişiminizin yanı sıra çocuklar yoluyla iletişimin kullanılmasına tepki göstermiyorum. Hatta otomotiv, turizm hatta yukarıdaki gibi havayollarında çok başarılı iletişim ve reklam kampanyalarına da rastlanabiliyor. Gözünüzde canlanmadıysa örnekleyelim. Tatile gideceğiniz otelin çocuklar için çok özel vakit geçirilebilecek bir alanı ve tesis imkanı varsa burada çocukların da reklam dilinde kullanılacağı bir çalışma markanın tüm tanıtım çalışmalarının yanı sıra kullanılabilir. Kullanılıyor da. Buraya kadar gerçekten bir acayiplik yok. İşin bence en acayip yönüne geliyoruz. Çocuğun o hizmet ve ürünü kullanmasına ve hatta o markayı bilmesine dahi gereğinin olmadığı durumlarda eğer iletişim çalışmalarında ve özellikle de reklam kampanyalarında çocuk kullanılması inanılmaz bir şekilde bana çocuklar üzerinden duygu sömürüsü gibi geliyor. Yanlış bir uygulama olarak görüyorum. Yani bir anlamda çocuklar üzerinden büyüklerin duygularına tecavüz ediliyor gibi geliyor. Amaç için her şey mübahtır diyen ve toplum sorumluluğu olmayan bir marka imajı bende oluşuyor. Açıkçası burada çocukları reklamlarında kullanan ve gerçekten benim her daim tüylerimi diken diken eden markaları tek tek saymayacağım. Çünkü bu yazdıklarımdan bu markaların etkilenip de strateji değiştireceğini zannetmiyorum. Amacım siz değerli okuyanların bilinçlenip sizlere çocuklar üzerinden duygu sömürüsü yapan markaları ve kurumları ayırmanız ve zaman içinde kullanım ve satın alma alışkanlarınızı bu markalar aleyhine değiştirerek gerekli tepkileri göstermenizi sağlamak. Bugün Türkiye’nin en değerli ve en devasa markaları dahi zaman zaman bu yöntemi kullanıyor. Bilerek ya da bilmeyerek bu yöntemle marka konumlandırması, mesaj iletimi yapmaya çalışıyor. Biz reklam, iletişim, marka ve pazarlama yönetimi alanında olanlara çok iş düşüyor. Ben artık “çocuktan al haberi” ya da “çocuktan al reklam mesajını” durumlarından sıkıldım. Çocuk kullanımı bana markalar için hiç yaratıcı gelmiyor. Sanki işin kolayına kaçılıyor gibi geliyor. Çocuklarla ilgili bir alanda olmayanlar için reklamlarda koyalım bir çocuk sevimli olsun dönemi bitse çok sevineceğim. Lütfen ya da lüüüüfteeeennnn….Hangisinden anlıyorsanız?
Hepinizin 23 Nisan’ı kutlu olsun.
Olgar Ataseven
Marka ve İletişim Danışmanı
olgar.ataseven@kilowatturkey.com