2 Eylül 2012 Pazar

Başarmaya inanmak


Dünya Basketbol Şampiyonası başarı ile tamamlandı. Turnuva, açılışından son düdüğüne kadar geçen zamanda özellikle benim gibi basketbol meraklılarına ve hatta meraklı olmayanlara dahi tam bir ziyafet yaşattı. Turnuva sırasında malum sponsor olmadan sponsormuş gibi davranan markalarla ilgili yazmıştım. Şimdi de başından sonuna bu organizasyonun bütününe bakmak istiyorum.
 
Öncelikle turnuvanın eleme grubu maçları için seçilen iller bence doğruydu. Özellikle salonlar gayet güzeldi. Ankara, Kayseri, İzmir hiç de İstanbul’un altında kalmadı. Tüm bu illerde seyircimiz salonları neredeyse hiç boş bırakmadı. Bu konuda tek olumsuz taraf sponsorların hakkı olan biletlerin olduğu koltukların zaman zaman boş kalmasıydı. Görünen o ki seyirci için sponsordan gelen biletler değerli olduğu kadar aynı zamanda kolay bir şekilde vazgeçilen bir nitelik taşıyor. Bu turnuvada çok iş yapan seyircimizi kutluyorum. Seyirci faktörünün ne kadar etkili olduğunu kendi eleme maçlarımızda özellikle Ankara’da yaşadık. Bizler açısından belki de tek eksik, ABD takımının beklenen isimlerle gelememesi idi.
 
Açılış töreni ortaya karışık mıydı? Bu soru ve beraberindeki memnuniyetsizlikler açıkçası birkaç gün bizleri başlangıçta oyaladı. Açılış töreni de iletişimin önemli bir parçasıydı. Bu sebeple bu töreni değerlendirdiğimde yeni ve farklı olanın bir tek Circ du Soleil’in hazırladığı gösteri olduğunu söyleyebiliyorum. Gerisi zaten var olan unsurların belli belirsiz bir araya getirilmesinden ibaretti. Ama bu yapılırken de açıkçası daha detaylı bir planlama bekliyordum. Yoktu. Örneğin açılışta yer alan “Truva” zaten var olan bir gösteri. Bizlere yeni bir şey vermedi. İşin temasına uymadı. Sezen Aksu tavırları itibari ile açıkhava konserlerinden birindeymiş de kendisi ev sahibiymiş gibi davrandı. Bu tarz bence hiç bu seremoni ile uyumlu değildi. Damaklarımızda hafif buruk bir tat bıraktı. Açılış töreni sırasında beni mantıken en çok rahatsız eden ise Müslüm Gürses’in sahne alması oldu. Bu isim bana hala uymuyor. Bazı markalar bu ismi kullanıyor ama bu törene olmadı. Uymadı. Kısacası tören biraz Türk’ün Türk’e propagandası mantığında oldu. Ne yazık ki birçok olumsuz eleştiriye katılıyorum.
 
Genel olarak iletişime bakıldığında ise “Devler” temasını taşıyan reklamları ben sevdim. Bu tema çerçevesinde hazırlanmış gazete, dergi ilanlarından, TV reklamlarına kadar hepsi iyi bir prodüksiyon ile kurgulanmıştı. Burada sadece bir ufak sitemde bulunmak istiyorum. Güzel hazırlanmış bir kampanya bence çok daha yoğun bir medya satın alma yapılarak çok daha net bir şekilde hissettirilmeliydi. Şimdi diyeceksiniz Türkiye’de bilmeyen kaldı mı? Evet kalmamıştır belki ama ben yine Türkiye sınırları içinde yapılanı kastetmiyorum. Bu kadar güzel bir fırsat, en azından seçilecek hedef ülkelerde de yoğun çalışmalarla desteklenmeliydi. Ben açıkçası yabancı TV’lerde ya da öncesinde gittiğim ülkelerde şampiyonanın iletişimine rastlayamadım. Benim söylediğim ekmek kadayıfının kaymağı ama niye iletişimin lezzeti eksik olsun ki? Yapıyorsak tam yapalım.
 
İşin basın yansıması boyutuna gelmek istiyorum. Bu şampiyona belki otuz sene sonra Türkiye’ye gelir ya da gelmez. Türkiye’de düzenlenmesi bizim açımızdan büyük başarı. Ama gel gör ki gazetelerde haberlerin yer aldığı sayfalara baktığımda basketbolun hala futbolun çok gerisinde kaldığını görüyorum. Spor sayfası Türkiye’de eşittir futbol sayfası. Tamam bunu anlıyorum ama topu topu 15 – 20 gün için yerini değiştirmek bu kadar mı zor? Bu turnuvaya özel bir ek hazırlamak bu kadar mı imkansız? Burada baş sayfada olduğumuz zamanları saymıyorum. Çünkü zaten takımın başarısı kendilerini bu sayfalara taşıdı. Diyeceksiniz şimdi sen de bir kısım medyayı suçluyorsun. Hayır! Kesinlikle hayır! Ben burada medyaya olan eleştirimi yöneltirken aslında bunun sorumlusunun iletişimin sahibinin olduğunu söylemek istiyorum. Kısacası PR kanadında, haber ve medya ilişkileri kurgusunda biraz acemi ve hazırlıksız bir federasyon gördüm. Yapılan işler çok standart basın çalışmalarıydı. Basın panosu önünde konuşmak bir farklılık değildir. Standarttır. Dünya şampiyonası başka bir profesyonelliği gerektiriyor. Örneğin bu şampiyona öncesi basınla özel toplantı yapıldı mı? Spor sayfalarının yöneticileri ile bilgilendirme toplantıları yapıldı mı? Ya da prim açıklama konusunun oldu bitti bir şekilde hem de en çok motive olmamız gereken ABD maçı öncesi açıklanması bu hazırlıksız halin bir kanıtı mıydı? Bu gibi örnekleri ve soruları çoğaltmak mümkün. Bu soruların cevapları ne yazık ki olumlu değil. Reklamda yakalanan kurgu PR’a ve buradan hareketle basına bence yansımamış.
 
Sponsorları bu yazının kapsamı dışında tutuyorum. Fakat Denizbank ve Banvit bence parazit reklamları ile kendi markalarına leke sürmüşlerdir. Marka inşası ne yazık ki çok dikkat gerektiriyor ve uzun vadeli bakışa ihtiyacı var. Bir tarafta 10 yıldan fazla bir süredir basketbolu her yönden destekleyen bir Garanti Bankası varken, Denizbank’ın az gelişmiş ada insanları ne yazık ki inandırıcılıktan uzak kalıyor. (Voice over değişse bile!)
 
Son olarak bir noktaya değinmek istiyorum. Başarıya inanmak! Federasyonun, oyuncularımızın, koçumuzun başarıya olan inançlarını kutluyorum. Bu inanç onları finale taşıdı. Yaptıkları maçlardan kopmamalarına sebep verdi. Üzüldüğüm tek husus bu inanç ve isteğin ABD maçında devam etmemesiydi. Oyuncularımız (Tanjevic hariç) bence ABD’nin oynadığı oyuna değil onların imajına ve ismine yenildi. Eski bir basketbolcu olarak bunu sahadaki oyundan rahatlıkla görebiliyorum. Ama yine de bize müthiş keyifler, dakikalar yaşattılar, emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık.
 
Olgar Ataseven
Marka ve İletişim Danışmanı

Hiç yorum yok: